Viyana’daki en kafe

Viyana nasıl bir şehir diye sorsak nasıl tanımlardınız?
Ünlü Alman düşünür ve yazar Bertolt Brecht diyor ki “Viyana, nüfusun bir arada oturup gazete okuduğu birkaç kahvehanenin etrafında kurulmuştur.”
Tarihi, sanatı ve mimarisiyle büyüleyen şehrin belkemiğini oluşturan Viyana kafeleri özellikle 19. yüzyılın sonlarında altın çağını yaşadı. Sadece kahve içmek için değil sosyalleşmek, fikir alışverişinde bulunmak ve ilham almak için de tercih edilen bu kafeler yüzyıllar boyunca edebiyatçılardan politikacılara, sanatçılardan filozoflara kadar pek çok ünlü ismin adeta ikinci evi oldu. İnsanlar kafelere okumak, oynamak, yalnız olmadığını hissetmek, felsefi fikirler paylaşmak, edebiyat eserleri hazırlamak hatta dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için gittiler. Bu yönüyle bir kafeden çok daha fazlası olan Viyana kahve kültürü, 2011 yılında UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne dahil edildi.
Osmanlı’nın unuttuğu gizemli çuvallar
Her şeyin başladığı zamana dönelim. Osmanlılar 1683’teki II. Viyana Kuşatması sonrası geride bıraktıkları kahve çuvallarının şehirde yeni bir içeceğin temelini atacağını bilmiyorlardı. Ukrayna asıllı Georg Franz Kolschitzky, Osmanlı ordularından geriye kalan bu gizemli çuvallarda kahve çekirdekleri olduğunu farkederek şehirdeki ilk cafeyi açtı: The Blue Bottle (Zur Blauen Flasche). Kolschitzky’nin kahvenin acılığını azaltmak için süt ekleyerek hazırladığı “Viener Melange” ile Viyana kahve geleneğinin temelini oluşturdu.
Devrim planları ve psikanaliz notları
İlk başlarda egzotik bir içecek olarak kabul edilen kahve tüketimi 18. yüzyılda artmaya başladı; aristokratların ve aydınların favorisi haline geldi. 19 yüzyıldan itibaren Viyana kafeleri, sanat ve düşünce dünyasının buluşma noktasına dönüştü. Sigmund Freud burada notlarını karalarken, Stefan Zweig yeni eserleri üzerine düşünüyordu. Leon Trotsky, kahvesini yudumlayıp devrim planları yaparken, Gustav Klimt buralardan ilham alıyordu. 1. Dünya Savaşı öncesinde bu cafeler, ekonomik gücü sınırlı olan halk için önemli bir sığınak olmuştu; bir kahveyi ödemek bir şinitzeli ödemekten çok daha kolaydı. Pencere kenarına yerleşen devamlı müşteriler uzun saatler boyunca burada vakit geçiriyordu. Bu evde hissetme hali uzun yıllar devam etti.
Sosyalleşme mekanları artık sinemalara kaysa da kafelerin cazibesi devam etti. Örneğin Before Sunrise (1995) filmi Viyana’nın büyüleyici atmosferini ve kahve kültürünü yansıtır. Filmin romantik kahramanları Jesse ve Celine, şehri keşfederken bir Viyana kafesinde derin sohbetlere dalar.
Yüksek tavan, geniş salon, mermer masa
Viyana kahvehaneleri kendine özgü bir karakter taşır. Genellikle yüksek tavanlı, geniş salonları olan bu mekanlarda, mermer masalar, zarif avizeler ve koyu renk ahşap mobilyalar göze çarpar. Gazetelerin ücretsiz sunulması, nazik ve geleneksel garson hizmeti, misafirlere uzun süre oturma imkânı tanınması gibi unsurlar, değişmez unsurlardandır.
İç tasarım deyince ikonik Thonet sandalyelerden bahsetmemek olmaz. Viyana kahvehanelerinin ayrılmaz bir unsuru olan klasik Thonet No.14 adlı parçanın sırt kısmı sadece iki kavisli ahşap parçadan oluşur. Yani tipik bir Viyana kafesini ziyaret ederseniz aynı zamanda dünyada en çok üretilen oturma mobilyası ürünlerinden birini de görüp deneyebilirsiniz.
İkonik ikili: Melange ve Kaiserschmarrn
Viyana kahvehanelerinde sunulan kahve çeşitleri de oldukça geniştir. En popüler kahve türlerinden Wiener Melange espresso ve sıcak sütün harmanlandığı, üzerine köpük eklenen klasik bir Viyana kahvesidir. Kremalı güçlü bir kahve olan einspänner şeffaf cam bardakta ve çırpılmış kremayla servis edilir. Küçük fincanda sert espressoya Kleiner Schwarzer ya da isteğe bağlı sütlü versiyonuna Kleiner Brauner denilir. Verlängerter ise Americano’ya benzer, daha uzun içimlik bir kahvedir.
Kahvenin aromasını vurgulamak için yanında mutlaka tatlı sipariş edilir. Çikolatalı ve kayısılı meşhur Sachertorte, Cafe Sacher’de orijinal tarifiyle sunulur. en popüler tatlılardan Apfelstrudel elmalı ve tarçınlı ince hamurlu tatlı; Kaiserschmarrn hafif karamelize edilmiş parçalanmış krep ve Topfenstrudel lor peyniriyle yapılan tatlı strudel çeşididir.
Gelin şehirle özdeşleşen en popüler kafelere yakından bakalım:
Café Central – 1876’da açılan bu ihtişamlı kafe, Sigmund Freud, Trotsky ve Stefan Zweig gibi isimlerin müdavimi oldu. Görkemi, sütunlu salonu ve zarif pastalarıyla adeta bir zaman kapsülü. Günümüzde de hem turistlerin hem de entelektüellerin gözdesi.
Café Sacher – Efsanevi Sachertorte’yi tatmak isteyenler için vazgeçilmez bir durak. İmparatorluk atmosferini yaşatan şık dekorasyonu ve kırmızı koltuklarıyla göz alıcı bir mekan. Orijinal tarifle hazırlanan çikolatalı pastasıyla dünya çapında tanınıyor.
Café Sperl – 1880’lerden beri nostaljik atmosferiyle büyüleyen bu kafe, Before Sunrise filminde de görülmüştü. Ahşap panelleri, bilardo masası ve tarihi piyanoyla klasik Viyana dokusunu koruyor. Sessiz bir köşede gazete okumak için ideal.
Café Demel – Kraliyet ailesine pastacılık hizmeti veren Demel, zarif vitrinleri ve ustalıkla hazırlanan tatlılarıyla büyülüyor. İmparatoriçe Elizabeth’in favori kekleri burada hala servis ediliyor. Şekerleme sanatının doruk noktası.
Café Landtmann – Sigmund Freud’un favori kafesi olan Landtmann, 1873’ten bu yana seçkin konuklarını ağırlıyor. Geniş terası, şık salonu ve zarif atmosferiyle dönemin havasını yaşatıyor. Politikacılardan yazarlara kadar pek çok müdavimi olmuş.
Café Hawelka – 2. Dünya Savaşı sonrası Viyana’sının sanatçı ruhunu barındıran bu kafe, bohem atmosferiyle ünlü. Ahşap panelleri ve loş ışıklarıyla sanatçılar ve yazarlar için hala bir buluşma noktası. Efsanevi Buchteln (tatlı çörekleri) ile tanınıyor.
Café Frauenhuber – Mozart ve Beethoven’ın burada sahne aldığı söyleniyor. Şehirdeki en eski kafelerden biri olan Frauenhuber, klasik müzikle kahvenin kesiştiği tarihi bir alan sunuyor. Sessiz, nostaljik ve zamansız bir mekan.
Café Griensteidl – 1847’de açılan bu kafe, fin de siècle döneminin edebiyatçılarının uğrak yeriydi. Modernleşme sürecine kafa yoran yazar ve düşünürlerin tartışma mekanı olarak ün yaptı. Tarihi boyunca birçok kez yeniden açılıp kapansa da ismini hala yaşatıyor.
Mozart Café – Stephansplatz’ın yakınında yer alan bu kafe, ismini klasik müzik dahisinden alıyor. Geniş camları, pastel tonlardaki dekorasyonu ve klasik müzik eşliğinde sunduğu atmosferle dikkat çekiyor. Hem turistler hem de klasik müzik meraklıları için cazip.
Café Museum – 1899’da açılan bu sade ama etkileyici kafe, Adolf Loos’un tasarımıyla modernizmin ilk örneklerinden. Egon Schiele ve Gustav Klimt gibi isimler burada sıkça zaman geçirdi. Sade ama sofistike tasarımıyla zamansız bir çekicilik taşıyor.
Kaynak: Habertürk.com